top of page
Yazarın fotoğrafıAli Tavlaşoğlu

Bir insan, bir insanı ne kadar sevebilir ki?

Yarıda bıraktığım onlarca yazım varken, yaşadığım veya hissettiğim anlık bir olay, içimde; taa en derinimde, yani yüreğimde, tarifi imkansız bir karmaşaya neden oluyor. Buna sebep olan bu kudretli tılsım, elimi kalemime götürüyor ve durmaksızın yazarken buluyorum kendimi. Onu dizginleyebilmek için ise bir melodiden, fondan veya bir tınıdan yardım almak zorunda kalıyorum. Yazdıklarım: içimden gelenler, dinlediklerim de onların sesi oluyor.. Benimle aynı hazzı alabilmek için üst kısımda bulunan yalnızlık senfonisiyle ritmi yakalamanı öneririm, keyifli okumalar..



Bir insan, bir insanı ne kadar sevebilir ki?


Muhatabı değilim bu sorunun, bu gidişle olamam da. "Ben sevmesini bilmiyorum herhalde, kimi sevdiysem bana düşman oldu." diyen Behzat Komiser gibiyim. Daha önce de yazmıştım bunu kanıtlar hükmünde zaten birkaç defa:


“Herkesten sakladığım seni

Kendime saklayamadığım gibi”


"Aman be Ali, yaparsın dediğin hangi şeyi yaptın ki şu hayatında?

Neyi başarabildin ki bugüne kadar?

Tövbeyi nasuh bildiğini bile bozdun bir ayda.

Geceyi, ayı, yıldızları şahit tuttuğun sevgine

Sadık kalabildin mi ki?

Şimdi yalnız, yapayalnız bir başına,

Yeni günlere başlamanın heyecanı var diyorsun.

Avutma kendini, sakın avutma;

Umudun var mı yeni bir sayfa açmaya?

Kapkaranlık bir yüzünle hem de.."



İstanbul'dan ayrılırken, çiçeklerime; ölmüş denilerek terk edilmiş bir çöp kutusunun yanında rastladığım güzelliklerime:


"Sizi kimse almak istemedi, zaten ben de sizi vermek istemiyordum ama merak etmeyin hemen geleceğim.." diyerek veda etmiştim. 3 hafta, 3 ay oldu. Evime döndüğümde, Şekerpare'nin susuzluktan öldüğünü gördüm. Kerbala'yı yaşatan Yezit misali susuz bırakmıştım onları. Bitip tükenmek bilmeyen vicdan azabım, tek tük kalmış solgun yapraklarını toprağa karıştırmama bile engel oluyordu.



İki aya yakın oldu sanırım tekrar evime döneli. Şimdilerde yalnızlığın neden sadece Allah'a mahsus olduğunu daha iyi anlıyorum. Bu öyle bir his ki hatta öyle bir hissizlik ki örselenmiş, yıpranmış, ezilmiş ve en sonunda da bir tutam kalmış yaşama sevincimi de elimden alacak denlikte. Bundan kurtulmam gerektiğinin farkındaydım ve aklımın bir köşesinde kurduğum, minik bir kedi alma hayali kendini sürekli anımsatıyordu ama bunu yapamazdım, Kendine bile bakamayan birisi için büyük bir meziyetti bu. Ben de kolay olanı seçtim, her zaman ki gibi.. Hemen soluğu bir çiçekçide aldım. Kıt kanaat kazandığım paramla, bin bir güzellikteki çiçeklerden birkaç tane alıp yatağımın baş ucuna yerleştirdim.


Dedim ya sevmeyi beceremiyorum ben, sadece istediği büyümesi için gün ışığı, çiçekler açabileceği güzel bir toprak ve yaşamının idamesi için de birazcık da su olan canlıları bile öldürecek kadar acımasız ve gaddardı benim sevgim. Bitki toprağıyla saksılarımı değiştirdiğimi çiçekleri solduğunda, haddinden fazla su verdiğimi kökleri çürüyüp yaprakları sarardığında öğrendim. Tam bir ahmağın yapacağı şeylerdi ve ben de tam bir ahmaktım!




Buraya kadar yazdıklarımın hepsi, aslında gerçeklerden kaçmak için arkasına sığındığım ve buna inanmak için kendimi avuttuğum bahanelerdi..


Gerçek, pişmanlıklarım. Her zerresini hatırladığım geçmişimin bana yaşattıkları.


Zihnimin derinliklerinde olanlar dışında, güzel anılarıma bir bir veda edip, tam her şeyi aşmıştım derken, ayrılıktan sonra yıl aşırı bir zamanı geçirmişken hem de, tesadüfen bir kitap almak için girdiğim bir sitede, adıyla karşılaştım. Tam zamanını bilmemekle beraber, Şükrü Erbaş’ın bir şiir kitabını ona hediye etmek için sepetime eklediğimi, yazdığım hediye notuyla hatırladım. Şairi, onunla tanımıştım, keşke ondan önce tanısaydım da şairin bin bir çeşitle yazıp tarif edemediği, o güzel ömrün nasıl pişmanlıklarla değil de sevgiyle geçebildiğini öğrenebilseydim. Keşke, keşke, keşke.. Hayatıma ağır bir keşke yükünü daha ekleyerek, bir gün sevginin incitmeden, kırmadan, dökmeden de olabildiği halini öğrenebilmek için yaşamaya devam edeceğim..



Yaşıyoruz Sessizce


2016 yılında yayınlanan kitap, şairin Ömür Hanım diyerek hitabına layık olan eşinin, dünyaya vedasından sonra kaleme aldığı şiirleri içeriyor. Her dizede, onunlayken geçirdiği muazzam ömrünün, ondan sonraki hayatında nasıl azap içinde geçtiğini, aldığı her solukta onunla yaşadığı ömrü anımsayıp, kefeninin toprakla buluştuğu andan itibaren özlem yüküne dayanamadığını dile getiriyor. Her dizede, sevginin ne demek olduğunu ve "Bir insanın, bir insanı ne kadar sevebileceğini" gösteriyor





Sevginin gerçek anlamını anımsamak ve anımsatma için her gün bir dizeyi twitter hesabımda paylaşmak üzere bu yazıyı bitiriyorum. Umarım benimki gibi sevginin zalim ve gaddar olanına değil, Şükrü Erbaş'ınki gibi naif olanına sahip olursunuz ve hayatınız "keşke" lerle değil "iyi ki" lerle geçer.

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page