Merhaba içimdeki çığlığı merak edip bunları okuyan zat, bu yazı üst kısımda bulunan Bir Başkadır dizisinin fon müziği eşliğinde yazıldı eğer hissettiklerimi sen de yaşamak istiyorsan, Bir Başkadır dizisini fon müziği eşliğinde okumanı öneririm keyifli okumalar..
İtfaiye eri mi olsam bekçi mi sorularıyla münakaşa ederken buldum kendimi. Aslında bakarsanız, aklımın kestiği günden bugüne mesleğimin ne olacağını hep merak etmiştirim ben. Önceki yazılarımın birinde bahsetmiştim: çocukken hemen hemen her gün gittiğim dişçilik fakültesinde bir doktora tutulmuş, yıllarca ne olmak istiyorsun sorusuna: hayırlısı cevabını verirken içimden diş doktoru olacağım diye geçirmiştirim ancak yaşım büyüyüp sınav dönemine geldiğim vakit, bunun olmayacağının farkına vardığımda iş işten geçmişti.
Lise hayatım boyunca dersime giren hocalar yüzünden kaçmayı tercih ettim ben; matematikten fizikten ya da beni zorlayacak herhangi bir şeyden.. Öyle bir meslek seçmeliydim ki bunlar olmamalıydı hayatımda, ömrümü bunlar yüzünden acı çekerek geçirmemeliydim. Bu yüzden kaçmayı tercih ettim ben. Konuşmayı, anlatmayı kimsenin yapmadığını yapmayı istiyordum. Mimarlık böyle bir meslek dediler, mimar oldum ben. Sonra ne mi oldu, İtfaiye eri mi olsam bekçi mi sorularıyla münakaşa ederken buldum kendimi..
Fazlasıyla duygusal, kendine acıması olmayan, içinde dağlar biriktiren mazoşist biri oldum ben. Tüm bunlara dayanamayınca da anlatmaya, herkese duyurmaya çalışan birisi. Bugüne kadar içimde volkan gibi kaynayan avazımı işitmesi için sığındığım iki liman vardı: ikisi de lise arkadaşım olan Abdullah ve Mbk (Murat Bahadır Kaya)
Son aylarda o kadar çok derdimi anlatmaya başlamıştım ki: “Ne kadar mutlu olursak olalım senle konuşunca: ilk önce yaşam sevincimiz azalıyor sonrasında da lanet okuyup akabinde isyan ediyoruz. Arama artık bizi.” şakayla karışık bir sitemle karşılaştım. Şaka bir yana, belki de benim karamsarlığımdır bu acıtasyonun kaynağı, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, küçükken ettiğim duaların kabul olduğudur: Allah’ım sen bana devlet dairesinde bir iş nasip etme..
Merhaba, ben Ali 22 yaşında. 5 para etmez kağıttan bir diploma parçasından başka hiçbir şeye sahip olamayan; belirsizliklerle dolu bir yaşantı içerisinde, ne yapacağı bilmediğinden her tarafa savrulan, tüm bunları yaparken de kendine eziyet eden, günlerinin çoğunu yaratıcıyla sitem içerisinde geçiren biriyim. Tüm bunların sebebi de yıllardır kaçmaya çalıştığım gelecek kaygımın gelmesidir.
2016 yılında, ilk senemde girdim üniversiteye. Büyük konuşmamın çilesini çektim tam 4 yıl boyunca. Ne bir arkadaşım oldu ne de mutlu olduğum tek bir gün. Yapayalnız girdiğim kapıdan, arkama dahi bakmadan yapayalnız çıktım. Bildiğim tek şey çaresizlik içerisinde köpek gibi çalışmam gerektiğiydi, köpek gibi de çalıştım. Öyleki bakmaya doyamadığım yüzüm eskimeye, taramaya kıyamadığım saçlarım dökülmeye başladı ilk önce sonrasında kırışıklıklar ve beyazlar görünmeye başladı. 22 yaşımda, sakalımda ilk beyazı gördüğümde aynada baktığım yüze küskündüm artık bunca emeğin sonucu hiçlikten öte değilmiş dedirtti mesleğim bana. Geçenlerde birisi, diş hekimliğine dandik bölüm dedi diye millet yazmadığını bırakmadı. Düşünüyorum da birisi mesleğime bir şey dese, az bile dedin derim herhalde. Başlayamadan soğudum mesleğimden ben, binbir hevesle aldığım kalemlerime, eskiz rulolarıma dokunamadan bıktım. Öyle belirsiz bir yerdeyim ki ne tarafa gideceğime, ne tarafa bakacağımı şaşırdım şimdilerde.
Mbk her gün yeni bir mesajla geliyor bana, her defasında salak kafam diye suçluyorum kendimi. Bence insanlar önüne gelen fırsatların sonuçlarını bilmediği için kaçırıyor. Nitekim benimki de öyle oldu. Ablamın yıllardır girdiği sınavın ne olduğunu merak ettiğimden kayıt yaptırmıştım kpss sınavına. Zerre ihtimal vermiyordum çünkü. Devlet dairesinde mimar olabilmek, Cumhurbaşkanı olmakla eşdeğer bir olanaktı benim için. Her yıl bir iki kişinin alım olduğu bir kadroya girebilmek için yıllarımı veremezdim. Sınav yerim Erzurum'daydı ve benim İstanbul'daki işim bitmişti. Aylar öncesinden beraber dönelim diye konuştuğumuz arkadaşı arayıp haber verdim. Gitmek için hazırdım. Günlerden pazartesiydi ve sınava tam 6 gün vardı. Hafta sonu gideriz cevabını aldığımda:
-Pazar günü sınavım var ona göre plan yapalım.
+Sevgilimle bir gün daha geçirmek için pazar günü sabah yola çıkacağım ben.
yargısıyla karşılaşınca:
Nasıl olsa kazanma ihtimalim yok, boşuna uçağa da para vermeyeyim şimdi. Uzun yol hasretiyle de yanıp tutuşuyorum zaten iyi gelir derken sınava girmedim, iyi halt ettim. İki kuruş için nelerden vazgeçtiğimi anlamam çok uzun sürmedi ama. Mbk, attığı her iş ilanındaki kriterlerde kpss şartını görünce kafayı yemeye başladım. Kamu kuruluşlarının hepsinde böyle bir şey varmış ve sınav 2 yılda bir yapılıyormuş. Anlayacağınız itfaiye eri olamıyordum daha geniş bir ifadeyle mal gibi ortada kalmıştım.
Neden bir ofise başvurup çalışmıyorsun diyenler olacaktır. Zorunlu staj için para vermemiz gerektiği savunan dallamaların olduğu, yeni mezunlara köleymiş gibi davranıp asgari ücret altında komik bir rakamla iş teklifi edilip beğenmiyorsan senin gibi onlarcası benimle çalışmak için sırada bekliyor söyleminin dayatıldığı, adam akıllı yerlerin de en az 5 yıllık iş tecrübesi ve anadili İngilizce olacak seviyede kriterler aradığı bir sektörde yeni mezun olarak çalışamıyorum kusuruma bakmayın, zaten mesleğimden soğuma sebebim de bundandır.
Bu aralar bekçi alımını kolluyorum ama onun da referans mülakatı varmış. Bendeki bu muhalif kafa, fevri çıkışlar ve kul hakkı yeme korkusu olduğu sürece giremem ama ne biliyim işte kolluyorum..
İnsan belirsizlik içinde kalınca, böyle oluyor işte, savrulurken buluyor kendini sanki kendisinden çalınan tüm her şeyi geri almaya yemin etmiş bir su parçasının azgınlığında boğulmamak için her çırpınışında keskin taşların paramparça ettiği vücuduyla ve içinde biraz da olsa kalan yaşama umuduyla tutunacak bir dal arıyor ama hangisinin kurtarıcısı olduğunu bilmediği için belirsizlik içerisinde boğulmaya, savrulmaya devam ediyor.
Şimdi biraz kendi belirsizliklerimden bahsedeceğim ki eğer olur da gençlik ölümü arzum yerine gelmezse dönüp baktığımda nerelerden geçtiğimi görebileyim..
Mezun olur olmaz soluğu bir yıla aşkın süredir yanında çalıştığım, bana ikinci bir okulu okutan tanıştığım günden bu yana omzundan elini eksiltmeyen ve bu yazıları yazmam için cesaret veren hocamın yanında aldım. 2 ay içerisinde art arda 4 yarışma projesi çizdik, birisinden ödül alma şerefine nail olduk. İşlerimiz bitince tekrar baba evine dönmek zorunda kaldım her şey o zaman başladı. Soru çok basitti, Şimdi ne yapacağım ben?
İlk önce uzun dönem askere gitmeye karar verdim eğer olmazsa askerliği aradan çıkarırım diyerek tam tecilimi bozduruyordum ki pandemiden ötürü alım yapılmadığını, alımların gelecek yılda başlayacağını öğrendim. Askerlik işi yattı haliyle.
Akademisyen olacağım deyip son gün 2 ales çıkmış denemesi çözerek alese girdim beklediğimden de yüksek bir puan alınca tamamdır bu iş dedim. İTÜ, YTÜ, Mimar Sinan hepsine başvurmak için gezinirken yeni bir hayal kırıklığıyla karşılaştım: başvurmak için yds ve benzeri sınavlardan 70 puan alınması gerekiyormuş. En erken sınavda, aralıktaymış. O puanı alacağım da meçhul zaten neyse şimdilik Atatürk Üniversitesi'ne başvurup İngilizce çalışmaya başlar sınavdan da yüksek bir not alırsam, asistan olarak başlarım umuduyla öğretim görevlisi alımlarına bakmaya başladım. Bekçilikte de olduğu gibi orada da mülakat yapılıyormuş. Alesinin de yüksek olsa ortalaman da yüksek olsa mülakatta eğer tanıdığın yoksa almıyorlarmış seni. Gençliğime mi yanayım, sistemin varoşluğuna mı yoksa Müslümanım diye gezinenlerin daha işe başlamadan kul hakkıyla bir yerlere geldiğine mi bilemedim, hevesim kırıldı öylece de kaldı..
Rızkın onda dokuzu ticarette niye orayı zorluyorum diye dişimden tırnağımdan artırdığım cüzi miktar parayla ticarete atıldım. Bu işlerin tutması için ilk önce batıp sıfırı tüketmen gerekiyormuş. Şimdilik iflası tecrübe ediyorum, inşallah bir gün de rızkını ederim..
22 yıl boyunca beni yedirip içirip güzel bir hayata sahip olmam için emek veren babamın, dağları sırtında taşıyıp kendi yükü yetmiyormuş gibi bir de benimkini taşımaya devam eden canım babamın yükünü hafifletmek için ne iş olursa olsun yapmaya İstanbul'a geldim Allah’ın Rezzak ismine güvenip açılacak kapının eşiğinde bekliyorum. Korkum, boynuma geçirilen ilmekten kurtulmaktan vazgeçip; ayak bastığım sehpayı bile isteye devirmektir..
Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
Ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak
büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde
Bir zamandı, heves ettim gölgemi enginde yatan
O berrak sayfada gezindirsem diye
Ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
İsmet Özel
Şimdi tekrar ne yapsam dedirttin bana yarabbi,
Taşınacak suyu göstermedin kırılacak odunu.
Kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde.
Bilmedim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin,
Tütmesi gereken ocak nerede bilmedim..
Özür dilerim, yaşadığım için..
İçimden gelenleri yazdığım bu sayfada, beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim..
Sevgili Ali Bey, yazınızı okuduktan sonra içinden geçenleri okuduğumda kendimi tekrar tekrar bulmamı sağlayan dostuma belki de pek haddim olmayarak yazmak istedim, içimden geçenler ufacıkta olsa size ulaşıp dokunup, destek olursa ne mutlu bana. Eğer sınırımı aşıp sizi rahatsız ediyorsam şimdiden özür dilerim. Yıllardır emek verip geleceğimizi garantiye almış olmayı dilediğimiz yaşlara geldik. Her gün bir sonraki günü yaşamaya gayret gösterdik, kontrol etmek istedik. Bu hayatta bir gerçektir ki insanın en büyük ihtiyaçlarından kontrol ve süreklilik elimizden kayıp gitti biz anlamadan. Bazen biz elimizden kaçırdık, bazen bizim bile haberimiz olmadan çekip aldılar. Fakat hayatımızda yaşadığımız her dakikanın, karşımıza çıkan her insanın, her anın bir sebebi var buna yürekten inanıyorum. Zorlu günler geçirdiğinizin farkındayım. Ama kendinizdeki etkiyi göz ardı etmenizi…