Merhaba, her kimsen. Bu yazıyı üst kısımda bulunan Remembrance müziği eşliğinde yazdım. Senin de müzik eşliğinde okumanı öneririm. Keyifli okumalar dileyeceğim ancak acı dolu bir hayat anlatısından ne kadar keyif alabilirsin bilemiyorum. Ama şunu belirtmek isterim ki ben hayatımın çoğu kısmını alttaki fotoğrafta olduğu gibi tebessüm ederek yaşadım.
Uzun zaman olmuştu son görüşmemiz üzerinden. Hasbihal edip, güleç yüzümü hatırlatmak için yola koyulmuştum. Aklımda birkaç gün önce paylaştığım yazı hakkında konuşmak vardı. Fütursuzca verilmiş bir takım vaatlerin, sözlerin ve karşılık bulmamış beklentilerin zihnimde ve ruhumda oluşturduğu tahribat hakkında söyleyeceklerim vardı. Tahammülsüzlüğüme bir neden arayışım belki cevabını bulur diyerek girmiştim bu kapıdan. Selamlaşma faslı bittikten sonra ben henüz konuya girmeden,
"Ali niye böyle şeyler yazıyorsun, son yazdığın yazıyı hiç beğenmedim!" dedi Hoca.
"Belki de bu yazıların hepsi birer kurgudur ve ben de bu duygu sömürüsünden zevk alıyorumdur, olamaz mı? Şu havaya baksanıza, kim bu havada mutlu olabilir ki? Bu kasvet insanı yazmaya iter. Mesela, bugün benim doğum günüm. Soruyorum size, hangi insan doğduğu günde ölüme iltifat eder ki?" diye cevap verdim
Bugün mü doğum günün, diye sordu
Evet, dedim.
Hadi kutlayalım o zaman diyerek hemen bir mum bulup baklavaların üzerine dikti ve böylelikle 26. yaş günümün fotoğrafını çekilmiş olduk. Bu senenin ilk ve tek kutlaması bu oldu, anı olsun diye buraya bırakıyorum.
Aklımdaki sorular bir yana dursun, nasibimiz bugün buymuş ve biz de bundan nasiplenmişiz diyerek kendimi avuttum, afiyet olsun.
Yılbaşında kendimle konuşup, ki bu konuşmanın en yüksek ve en etkili halidir, bir takım sözler vermiştim. Örneğin, bu sayfada artık hüznümü ve acılarımı değil sadece mutluluğumu ve sevincimi paylaşacağım diye. Bugüne kadar da verdiğim bütün sözleri tutmuştum ta ki yine aynı yerden, bundan öncelerde de defalarca kez olduğu gibi, kendimi aciz duruma düşürüp, yaraladığım için caydım. Ne kadar çabuk yaralandığımı görmek beni huzursuz etti. Hayallerimi başkasıyla paylaşıp, sonrasında yalnız bırakıldığım için kendime çok kırıldım. Halbuki çok yaklaşmıştım ama bir kez daha hevesimi kursağımda bırakmışlığımla kala kaldım. Hayat yaşaya yaşaya, kader sillesini vura vura öğretecek mi bilmiyorum gerekeni yapmayı ama ben şimdilerde olduğum rüyadan uyanmak için içten bir off çekiyorum, bazende canım deniz çekiyor usul usul sonunu düşünmeden yürüyorum. Bazen de elim kalem tutuyor hayatım hakkında karalık şeyler yazıyorum bu da onlardan biri..
İnsan , yara alarak büyürmüş öyle diyorlar peki ben kaç yaşındayım?
Tevellüte bakarsan 26 demem gerekiyor bugünden itibaren. Aynadaysa 30’dan biraz daha halliceyim. Çatık kaşlarımı söylemeye gerek yok sanırım.. Yüreğim ise epey bir gün geçirmişe benziyor. Yani nereden bakarsan bak gençlik ölümünden uzaklaşıyorum git gide.
Gençlik ölümü; güzel olarak bildiğim tek şey.
Kendime olan nefretin yegane sonunun onunla olacağını sandığım kutsiyet.
Ay vurunca göğsümdeki mahşeri çatlatan,
Bir kez öpüşebilsek dünyamı solduracak olan namahremim,
Aşk diye tanıdığım kavgam..
Öyle bir kazanacağım ki hiç kimse kaybetmeyecek bu kavgada. Anlatacak bir şeyim kalmayacak, kendimi açıklamak durumunda olmayacağım mesela. Sebepsiz iç çekmelerim çatık kaşlarım, uzağa bakmalarım son bulacak. Geçmişimi ve kibrimi taşımayacağım artık sırtımda. Nasıl olacaksa, inandığım gibi güzel olanından olsun istiyorum ama. Dilenerek, tüm yüzsüzlüğümle, hiçbir hakkım olmamasına rağmen hem de. Niyesini düşünmek dahi istemiyorum. Neden beni sevmedin diye sorgulamıyorum artık.
Sevilecek bir tarafım olsa, en azından bir kırıntısı, kendim severdim diye söyleniyorum. Gerçi kimi, neyi sevebilmişim ki bugüne kadar? Tek bildiği incitmek ve küfretmek olan dilim hangi cemalin latif kaynağı olabilmiş ki? Bu kaba saba eller, vurup kırmak dışında ne işe yaramış ki? Bu yalancı gözyaşları ne zaman mutluluk için akmış ki?
Sen bakma şimdilerde bana kendini beğenmiş dediklerine, benim kendimi beğendiğim tek bir günü geçtim tek bir anım bile olmadı. Hem beğenilecek biri olsaydım, ellerimi açmaya yüzüm olurdu değil mi?
"Bu yüzden, ben seni severim sevmesine de Rabbim buna hazır değil
Her şeyin güzelini sever o ideal birliktelikler ister
Seninle benim yan yana oturacağımız çekyata
Ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik.."
Ali Lidar, Alengirli Şiir
Yazabilmek için aylarca aradığım günlüğün, ayın en güzel haline adanmasından sonra kaleme aldığım ilk sayfası
Offf çekerek başladım yazmaya ilk sayfana. Halbuki mutluluklarımı yazmaya yemin etmiştim. Bir düş kırıklığı olarak yaşamaya ettiğim yemin gibi. Derin bir off daha çekiyorum şimdi ama ne karşımdaki dağlar yıkılıyor ne de içimdeki kendime olan kinin ateşi sönmeye meyilli. Sadece ağrısı beni öldürmeyeceği söylendiğinde tebessüm ettiğim göğsüm biraz daralıyor hepsi bu. Tüm bu kaybedişlerimi ölerek kazansam, yani son bulsa artık bu kendimle kavgam, elime bir şey geçer mi bilmiyorum. Hani bir gün, ebedi bir azabı mı tercih edersin yoksa mutlak bir sonu mu diye sorulduğunda yok olmayı demiştim ya arif olduğumun ispatı mıydı bu yoksa kibrimin bir karşılığı mı onu dahi bilmiyorum. Ne garip değil mi ben ki her şeyi bilmeye gayret eden ahmak hiçbir şey bilemez oldum bir anda.
Bir gün, güzel bir yolda usul usul yürürken bir bataklıkla karşılaştığı hatırlıyorum. Arka mı dönüp devam etsem sanki her şey çok güzel olacak ama ben nefsime yenik düşüyorum. Parmak uçlarım bulanıyor ilk önce çamura, sonra yavaş yavaş vücudumun geri kalanı.. Kurtulmaya gücüm yetecekken daha da derine ilerliyorum bile isteye hem de. Başımı kaldırıp bağırma gereği de duymuyorum. Belli ki bu hazzı tatmak için burada bulunuyorum. Ne çırpınıyorum kurtulmak için ne de ısrar ediyorum batmak için. Amacıma ulaşıyorum ama, bataklık daralan göğsümü de içine alıyor, alıyor, alıyor.. Öylece kalakalıyorum bir başıma. Şimdi bağırmak nafile, kendi isteğimle buradayım. Bir film şeridinin geçtiği yok gözlerimin önünden. Uzaklara bakmakla yetiniyorum sadece, kaşlarım da yine çatık. İçimdeki 5 yaşındaki çocuk da yanı başımda. Kıpırdamadan öylece duruyor. Normalde yüzümde tebessümü görmeden kendini göstermez pek ama bu kez durum farklı. Elinden alınan oyuncağı geri verilse belki yine bir kıpırdanır diye aklımdan geçmiyor çünkü biraz önce kendi ayaklarımla ezdim gözleri önünde. Bir daha yenisini almayacağımı söyleyerek hem de. O da tüm çıplaklığıyla şahit oldu bu olaya. Ağlamadı, kini de yok bana karşı biliyorum. Bu yüzden duruyor şimdi sessizce yanı başımda. Korkuyla sarılmış bir bacağıma o da çamura bulanmayı bekliyor.
İşte ben kibir abidesi, nefsine bir kez olsun dahi söz geçiremeyen, sevilmeye değer görülmeyen aciz bir varlık yine buradayım layık olduğum yerde yani pisliğin içindeyim. Kalkmaya gücüm var mı bunu düşlemek bile istemiyorum. Ben aslında hiçbir şey bilmek istemiyorum, istediğim tek şey yok olmak. Yabancılığını çekmeyeceğim bir hisle, fark edilmeden yavaş yavaş yok olmak istiyorum. Çünkü görülmemek, yok olmaktan çok daha zor. Kendi varlığının tek şahidi olmak, tahammül edebileceğim bir yük değil. Şimdi hayatında neyi başarabildin ki sorusuna, ilelebet yok olmayı demek için buradayım. Kendime olan tüm nefretim ve acımasızlığımla birlikte. Umarım çok geçmeden kazanırım bu savaşı ve hiç kimse kaybetmez..
Yaşım 26, kafamda harcadığım zaman dünyaya harcadığım zamandan daha fazla..
Seri bozulmasın yaşarsam dönüp bakarım diye 25. yaşıma dair hatırlamak isteyeceğim bir şeyler ekliyeyim dedim.
Canım Babam'a
Korona olup hastanede babamla beraber yattığımız 14 günün tadı halen daha damağımdayken, bir sebep olsa da hayırlısıyla babamla yine beraber vakit geçirebilsek diye düşlerken, 60 gün boyunca sadece kısacık uykularımızda ayrıldığımız bir süreç yaşadık. Öylesine güzel, öylesine tarifsiz bir dönemdi ki bu benim için; tüm yorgunluğuma, ecrini ve hayrını henüz bilemediğiniz sonucuna rağmen tekrar tekrar yaşamak isterdim. Kirpiğinin tek hareketinden ne istediğini anlamak, yanından biraz uzak kalsam gözlerinin beni arayışına tanıklık etmek, dara düştüğünde annemin duasına nail olup bir hızır edasıyla yardımına yetişmek ve bugüne kadar verdiği tüm emeğin karşılığını bir nebze de olsa ödeyebilmek, onu gururlandırabilmek için canhıraş emek sarfetmek, tek bir teline zarar gelmesini önlemek için ardında yüreğim ağzımda beklemek benim için bir onurdu.
Belagatıyla ilk önce benim kalbimi fetheden, şimdi bu işin içinden nasıl çıkacağız dediğim zamanlarda beni kendine hayranlık uyandırarak adım atan, tüm güzel sıfatların ayrı ayrı yakıştığına şahit olduğum adamın oğlu olabilmemin şükrünü yaşadım. Allah ondan razı olsun.
Kardeşim Yunus'a
Bu hayatta hissettirdiği değerinin karşılığını veremediğim tek kişi, 25. yaşımın bana getirdiği en güzel şey, Yunus.
Kendisi, 25 günlük askerlikten bana yadigar kalan yegane mutluluk kaynağım. Ona göre gereksiz olan bu sayfa, bu yazılarla varlığının benim için ne demek olduğunu durlanmış kelimelerimle anlatmak isterdim ancak ne benim yazacağım kelimeler içimdeki sevgiyi tarif eder ne de o bunları okur. Varlığının, hayatıma değer katmasına ithafen..
Değersiz Kendim'e
Seninle aram hiç iyi değil bu günlerde. Gün geçtikçe sevmediğin şeylere karşı tahammülsüzleşiyorsun ve ben de bundan nasibimi alıyorum her seferinde. Düşüyorsun, kalkıyorsun, ağlıyorsun gülüyorsun iyi hoş da arada ezilen ben oluyorum. Benden başkasının yardımı olmayacağını, seni bir an bile olsun bırakmayacağımı bildiğin halde bu kötülüğü yapman gaddarlıktan başka bir şey değil. Seni sevdiğimi, değer verdiğimi falan söylemeyeceğim bu kez. Ne halin varsa gör. Ama şunu bil ki seni doğuran annen dahil olmak üzere, karşına çıkan herkese defalarca kez sorduğun soruyu, "Beni seviyor musun?" , bir tek bana sormadın. Çünkü emindin cevabından. İnsanoğlu çok nankör, cebinde olana hiç iyi davranmıyor
Rabbim'e
Ey güzelliğin sahibi merhameti sonsuz Allah'ım. Ettiğim isyanlar sonrası kendime gelip utançla kıldığım ilk namazda beni hala seviyor olduğunu hissettirdiğin, ağır aksak da olsa kulluğumu kabul ettiğin için sana şükürler olsun. Ne olursa olsun düşene bir tekne verip karşıya geçiren Rabbim,
Sayısız kapın var, hakkımda hayırlısını aç..
25. Yaşıma veda
Ali 'ye (Mamuş'uma)
Ey bu yorumu okumaya layik gören sevgili blog sahibi.. Seninle ilgili çocukluğuna dair aklıma kazınan bu resim, seni her özlediğimde gözümde canlanan ilk şey oluyor. Ve öyle seviyorum seni, değil 26; 66 yaşına girsen dahi yine öyle seveceğim. Kalbini, senden daha iyi tanıdığımı, kendimi sende gördüğümden biliyorum. Dünyaya 1000.. kere de gelsem her seferinde bu kadar yakınında olmayacaksam dahi yine en azından kıyıdan köşeden geçmek isterdim.Öyle anlam katıyorsun ayak bastığın her yere.. Ve içinden gelenlerin bu kadar bitik olmadığını bildiğimden içimin rahatlığı.. Yazdığın her satır; okuduğum "Serveti Fünun" yazarlarının duygusu tadında. Ve bence bu büyük bi başarı.. Umarım ilerde kitaplarını okuruz.. Seni,kalemini,yeni yaşını en çokta cesaretini kutluyorum♥️ İyi ki doğdun.
İnsan güzel çirkin sevimli asabi olduğu için sevilmez sadece sevilir.Seni sadece seven ne çok insan var .Dünyan alt üst sanıyorsun ama altının üstünden güzel olduğunu görmüyorsun.
26 yılı da devirdin koca çınar