Nasibin, nasip olma nasibi
- Ali Tavlaşoğlu
- 16 Tem
- 3 dakikada okunur

Babası mühendis kökenliydi. Alın terini önceleri başka işlerde dökse de nihayet mesleğini yapabilecek imkanları oluşturabilmişti kendine. Önce bir mühendis ortak buldu sonra da iş yapabilmek için kamyonlar. Kamyonu çalıştıracak bir usta, ustayı kontrol etmek ve ona kalfalık etmek için bir kardeş de hazırdı.
Bir gün çıka geldi uzaklardan kamyonlar. Adı Fatih olan önden geliyordu. Arkasında ona eskortluk yapansa bir Ford'tu.
Fatih 2000 heybetli, kuvvetli bir o kadar da vahşiydi. 24 vitesiyle çıkamayacağı dağ bayır yoktu. Asıl işi de üzerinde taşıdığı mazot canavarı denilen bir makine yapıyordu. Artık ininden çıkarmanın vakti gelmişti. Hemen denemek için bahçelerinde çalışmaya koyuldular. Marşı çevrildiği zaman göğü inleten bir şimşek gibi ses yayıldı. O zaman bir istek belirdi yüreklerde: nasibi, nasip olsun diye.
Kısa bir zaman geçmişti ki uzaklardan bir davet geldi. Verimliydi yurdun adı ama içicek suyu dahi yoktu ne hikmetse. Perhize de sorgulanmadı turşusu da.. Nasip denilip bir yaz mevsiminde yola çıkıldı. Kara kavruk bir usta, dağ gibi bir amca ve yaşı onüçlerinde yağız bir delikanlı..
Yer belirlendi, bismillah eşliğinde ilk kazma vuruldu. Suyu bulmaktı gaye. Babası, dönerken: "Haydi oğlum" dedi, ben burada kalacağım diye söylendi oğlu. Amcanın varlığı güven veriyordu. Peki madem denildi. Öyle olsun.
Birinci günün akşamında köylüler, akın akın gelmişlerdi binbir merakla. Her birinin dilinde binler vaat: su çıkarsa malım mülküm senin olsun. Su gelirse al kızlarımın hepsi senin olsun. Suyu bulursan dile benden ne dilersen..
Gelen köylüler yanlarında tavuk butu ve pilav getirerek ikram ediyorlardı. İkinci gün farklı yüzler, farklı vaatlerle oradaydılar ama yemek aynıydı tavuk butu ve pilav. 3 5 10 derken. Her günün akşamı aynı geçmeye başlamıştı. Yıkanamayan adamların derilerine nüfus etmiş kirli tırnakları eşliğinde tabaklara koyulan tavuk butu ve pilav.
Öncelerinde nasıl olduğunu fark etmemişti ama tencerelerin tabaklara dağıtılması seremonisine ilk kez o gece şahit olmuştu. Yemekle yememek arasında kalmıştı fakat açtı. Başka bir seçeneği de yoktu. İstemeye istemeye karnını doyurmuştu. Ve Fatih 2000'in kupasında gözlerini kapamıştı o akşam. Sabahı güneşin ışıklarıyla selamdıktan hemen sonra da istifra etmişti dün gece yediği her ne varsa.
O gün iğrenmişti işte tavuklardan. Evine bir kez olsun dahi sokmamıştı. Hiçbir kıza tavuk sote yapıp şef edası atmamıştı mesala. Kokusuna, derisine, her şeyine düşman olmuştu.
Aradan yıllar geçmiş ne hikmetse bir gün canı tavuk çekmişti. 15 yıldan sonra ilk olacaktı bu. Binbir hevesle marketten alıp evine getirmişti. Öylesine heyecanlıydı ki. Her şeyin mükemmel olması gerekiyordu. Öyle ki marinesi için dolapta bir gün bekletmişti.
Sabah işe dolaptaki tavukları akşam yiyebilme arzusuyla gitmişti. Aklında hep onlar vardı. Nihayet akşam olmuştu. Koşar adımlarla otobüsün yolunu tutmuştu. Sonrasında da bir boşluk bulup boş rüyalara daldı. Uyandığında ineceği durağı kaçırmıştı. Kendine sitem etti. Cezasını ayaklarına çektirdi ve sonunda evine varabilmişti. Her birini tek tek özenle kızartmış yanına dolabında kalan son patatesleri de eklemeyi ihmal etmemişti. Masasını kurdu. Karşısına geçti. Verimli köyünü, orada yaşayanları, suyu bulup bulamadıklarını düşündü. Sonra da siktir etti. Ketçabını bol bol tavuklarının üzerine sıktıktan sonra mayonezinin kapağını açtı. Yeniydi. kapağındaki koruma kılıfı dahi henüz açılmamıştı. Çekerek koparmaya kalkışsada etiketin bozulup nokta nokta parçalandığını farketti. Umursamadı. Bir hamle çekti kopardı. O hengamede bozulan o parçacıklar kutunun içerisine döküldü. La havle çekip masada dünkü çay faslından kalan kaşıkla üst katmanını dökülen parçacıkları temizledi. Kapağını kapattı ve her şey hazırdı. Mayonezi de bolca tavuklarının üzerine döküp küçük bir parça ağzına aldıki tadında bir gariplik fark etti. Gözü mayonezin üzerindeki tarihe ilişti. Son kullanma tarihi geçmişti.
Nasibi, nasip olmamıştı. Geriye yaslandı. Ufka bakarak: "Nasipsiz it, kurban bayramında bile aç kalırmış" deyip tavuktan iğrenmeye devam etti.
Metaforlar:
Fatih 2000: Güç, umut ve geleceğe açılma arzusu. Aynı zamanda “makine” sembolizmi üzerinden insani olmayan bir düzenin başlangıcı.
Tavuk butu ve pilav: Tekdüze hayat, rutin zorunluluk, köylülerin “nasip” beklentisinin yansıması.
Mayonez: Geçmişin kendini tekrar edişi. Kaderin ironisi.
İstifra: Bedensel tepki, zihinsel reddin fiziksel karşılığı.
Comentarios