top of page
  • Yazarın fotoÄŸrafıAli TavlaÅŸoÄŸlu

Yanmış bir mektubun külleri

Güncelleme tarihi: 5 Oca 2023

Bu yazıyı Toygar Işıklı'nın Rüya Gibi parçasıyla kaleme aldım, eşlik etmek istersen yukarıya dinlemen için bırakıyorum, keyifli okumalar..


Ezelini bilmedim, bir karın ağrısı müptela oldu benliğime. Memleketin en iyi bıçaklarıyla bilenmişçesine bir edayla, gecelerimi de gündüzlerimi de mahvediyor. İçim cız ediyor, cız etmek ne kelime tornavida yemişe dönüyorum.


İyi de ben hayatımda hiç tornavida yemedim ki nereden biliyorum bu acıyı? Denize veya gökyüzüne açılan bir pencerem olsaydı, belki cevabını bulabilirdim. Ama ne yazık ki karşı apartmanın 3. katındaki, perdeleri kanun hükmünde kararname ile yasaklanan bir gizeme açılıyor. Hava kasvetli ve sağanak. Bedenim gibi acı çekiyor yani. Kıvranmaya devam ediyorum, Çelik'i arayıp, sızıma derman bulması için ne söylemem gerekiyor? Allah'ım ne zaman son bulacak bu sızı?


Takıldığı günden bu yana silinmemiş, kirli camların buğusunda gözümde geçmiş hatıralar canlanırken buluyorum aradığım sorumun cevabımı. Doğruya, biliyorum bu hissi: bir eylül günü, sol bilek damarımı kestikten sonra hissettiğim acı bu. Çaresizce tükenmeme sebep olan, zaman geçtikçe diz kapaklarımın ferini kesip, gözlerimi karartılara boğarak yere yığılmama neden olan, feryat..


Tarifi buldum, buldum bulmasına ama Çelik hiç bilek damarlarını kesmemiş ki! Nasıl anlayacak beni? En iyisi kıvranmaya devam edip, zamana bırakmak sanırım. Hem cebimden mi gidiyor, ömrümden gidiyor ne de olsa..




Yine mi keder, yine mi hüzün bıktık artık ağlamandan. Güleç bir şeyler yaz da şu sayfaya, biz de tebessüm edelim be çocuk diye kendimi teselli ederken, aklıma her geldikçe vay bee nidasını da beraberinde getiren büyük konuşmalarıma sebebiyet veren bir hikâyeyle devam etmek istiyorum..


Aslında bakarsanız, ben ve büyük konuşmalarım adı altında toplayacaktım bunları ama şimdi canım öyle istiyor. Şimdi benim güzel, kadir kıymet bilmez canım bunu istiyor ve ben de onu yapacağım. Bugüne kadar kendinden başka her şeyi: herkesi mutlu etmeye çalışan, varlığı eşsiz bir incelikte olan kendimin, artık bir nebze de olsa mutlu olma zamanı..






Güzeşte'ye:


İstanbul’a geldiğim günden bu yana, haftada bir başlığı altında yapmak istediğim şeylerden biri de kitap okuma ritüelimi alışkanlık haline getirebilmekti. Haftada bir kitap bitireceğim söylemi, yılbaşının getirdiği heyecanla taçlanmıştı, İlk önce, kitaplığımda bulunan bin bir hevesle aldığım ancak okuyamadığım kitaplarımla başladım. Bunların içerisinde üniversitesi hayatımın ilk yıllarında bilinçsizce aldığım, dili ağır felsefe kitapları da vardı.


Adını terimsel olarak bilmediğim ancak tıpta, psikolojide veya sosyolojide kesinlikle saptanmış bir tanımının olduğuna yürekten inandığım bir hastalığa sahibim. Mümkün olup olmaması ayırt etmeksizin, her şeyin sonuna kadar gidebilme arzusu.. Sonucunun bir yere varmayacağını bile bile çizmeyi bırakmadığım eskizlerim, geri dönüş yapılmayı bırak kaale bile alınmayan iş başvurularıma rağmen istifimi bozmadan başvurmaya devam ettiğim gayretli çabam, üzüleceğimden adım kadar emin olduğum beklentilerim, çıkmaz sokak yazısını göre göre yol aradığım hayatım gibi..



Bazıları hiç ilgimi hiç çekmemesine rağmen, yarıda bırakmayı müebbet vicdan varsayarak, saplantılı bir ruh haliyle okumaya devam ediyordum. Anlayabilmek için bir sayfayı en az iki kez okuyup, üzerine bir hayli düşünüp sanki her gün Ales sınavına girmişçesine bir haz yaşattığım için kendime, hedeflediğim sayıdan uzaklaşıyordum. Bu hazzın sonrasında Ales'in mantık sorularını dışında tüm sorulara doğru yanıt vermeme neden olacağını bilmeden hem de..


Bu düşünce serüveninden kaçamak yapabilmek ve heyecanımı daha henüz yolun başındayken yitirmemek için anlaşılması daha kolay olan kitapları da okuma listemin arasına eklemeye karar verdim. Tam bu sırada ınstagramda bir kitap öneri sayfasıyla karşılaştım. Daha öncesinden okuduğum kitapların sayfanın sahibi tarafından yazılan açıklamalarını okuyunca, beğendiğim yerlerin anımsamaları bana tebessüm ettirdi. Önerilen kitaplardan birkaç tanesini alıp beğenince sayfa sahibine olan merakım beni tanışma isteğine yöneltti. Gelişen süreç ve kendisine duyduğum hayranlık hakkında bilgi verdikten sonra ara ara konuşmalarımız oldu kendisiyle. Sonrasında, karşılıklı takipleşmeler derken usanmadan kitap çekilişlerine etiketlemeler başladı. Eğer çekilişlerden biri yüzümüzü güldürseydi hikaye başka olurdu belki ama olmadı.. Yüzümüz gülmüyordu çünkü. Çekilişlerin açıklama tarihi geldiğinde ya sayfa kayıplara karışmış oluyordu ya da kurada ismimizi göremiyordum. durum bir süre böyle devam ettikten sonra ümidimi kestim.




- Bana yeryüzündeki hiçbir kişi, hiçbir kuvvet hatta hiçbir irade Orhan Pamuk’un kitabını aldırtamaz, okutamaz, bunu istemeye dahi cesaret edemez..

+ Ali,  yapma bak büyük konuşuyorsun!

- Büyük konuşmakla kalmıyorum, yemin ediyorum, gelecek kariyerim buna bağlı olsa dahi geleceğimden vazgeçerim. Bak o kadar eminim abla!!

(Gülüşmeler)

+ Hayırlı olsun Ali, yakında duyarız nasıl olsa Orhan Pamuk'un bir kitabını aldığını..

(Gülüşmeler)


Yukarıda bahsi geçen konuşma, bundan 3 4 ay önce, Beyza ablamla yaptığımız muhabbetten bir kesit. Durum anlaşılacağı üzere Ali; yani ben, yine ve asla yılmadan dilini tutamamış, büyük lokma yemeğini bölüşecek kadar cömert ancak büyük konuşmayı kimseyle paylaşmayacak kadar da bencil bir tavırla, söylemlerini dillendirmekten hiç vazgeçmemiştim.


Bir gün bu söylemimle karşılaşacağımı biliyordum çünkü edindiğim tecrübe değil gelenek haline gelen bir yaşam biçimiydi. Ben farkında olmadan büyük konuşurum, konuşmam biter bitmez yüzüme güleç bir tebessüm gelir ve gerçekleşmesi için beklerim.. Bazen gerçekleşmesi için göz açıp kapatmak gerekir bazen biraz daha vakit alır ama elinde sonunda iddiamdan vurulurum ben..


Çekilişlerden ümidimi kestim demiştim ya tam o sırada lisedeyken yaptığımız, her ne hikmetse her defasında istediğimiz kişiye çıktığımız çekilişler geldi aklıma. Amaç zaten bu heyecanı yaşamak değil miydi? Varsın iki kişinin katıldığı bir çekilişte birbirimize çıkalım diyerek bir teklifte bulundum. Birbirimize hediye olarak alınmasını istediğimiz kitapları söyleyip okuduktan sonra, hediye edecektik.


Zevkine güvendiğim için ben bir istekte bulunmadım. Hediye olacak olan her neyse güzel olacağından emindim çünkü. Onun isteğini sorunca da olan oldu zaten. Gelen cevabı tahmin ediyorsunuzdur, yazarı Orhan Pamuk olan Masumiyet apartmanı.


Anlık bir afallama sürecinden sonra, alternatifler seçmesi için sebepler silsilesi düşündüm sonra gerçeği söylemek geldi içimden ama en sonunda yıllarca kin güttüğüm şeyin gerçekliğini öğrenme isteği, kitabı almaya karar verdirdi bana. Kahkahalarım göz yaşlarımın serinliğiyle son bulduktan sonra, isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli eğ başını usul usul yürü şimdi diye söylendim kendime. Konuşma cuma akşamı olduğu için kısıtlamaya takılmıştım ama getir sağ olsun yarım saatte zilimi çaldı.


Biran önce kitabı bitirip buraya yazdıklarımı biraz daha içten bir üslupla mektuba yazıp kitapla beraber hediye etmek istiyordum. Daha doğrusu iz bırakmak, hatıralarda yer edinmek. İlk sayfalardan itibaren hikaye ilgimi çekmiş, yüz sayfayı devirmiştim. Hani sınavlarda hiçbir soruya takılmadan ilerlersiniz de içinizden: biliyorum ben bu işi, çok zekiyim, harikayım gibi enaniyet okşamaları geçer ve hayatın tokadını karşılaştığınız ilk sorunun 5 şıkkından yersiniz ya, benim de başıma öyle bir şey geldi..


Lan o kadar kötü değilmiş aslında İlber Hoca niye bu adama Türkçe bilmiyor demiş ki diye biraz kuşkucu biraz da ayıplar bir üslupla karşı çıkarken sebebini anladım.


Gerçekçiliğinin uzayda dahi olma ihtimali olmayan bir hikaye örgüsünde, yazarın oryantalist bir bakış açısıyla Anadolu'ya baktığı için gerçeklerden bihaber oluşu, Atatürk ismini romanda geçirebilmek için girdiği gereksiz çaba, televizyon dizilerinin doldurması gereken zaman dilimi için dakikalarca süren sebepsiz sahneleri gibi müzeye ziyaretçi çekmek için merak oluşturacak(!) yaptığı betimlemeleri, bilinçli bir şekilde yapılan imla hataları kitaplığımda bulunan en ağır felsefi kitaplarından daha çok acı çektirerek bana İlber Hoca haklıymış dedirtti.


Sonra ne mi oldu? Kitap bitti, büyük konuşmamı sebebini ve süreci anlatan mektup yazılarak arasına konuldu. Adres istemek için iletişime geçildi ancak adresin konusu dahi açılmadan aldığım soğuk bir cevap mektubun yakılmasına, kitabın ilk sayfasına tarih atılarak adımın yazılmasına akabinde kitaplığımdaki yerini almasına sebep oldu. Ne ben tekrardan yazdım ne de o..


Sizin anlayacağınız, üzüleceğimden adım kadar emin olduğum beklentilerim beni yine yanıltmadı. Ve çekilişler, sahtekar insanların menfaatleri için kullanıldığı argümandan başka bir şey değildi..


Teşekkürler..

163 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yarım Kalmak

bottom of page